Bu da Geçer Ya Hû!
Hattatların eserlerinde sıkça kullandıkları bir sözdür: “Bu da geçer ya Hû!” Hatta rivayete göre: Sultan Mahmut bir gün tüm vezirlerini toplamış ve demiş ki: “ Bana öyle bir şey yazdırın ki ona her baktığımda, hüzünlüysem neşeleneyim, neşeliysem hüzünleneyim.” diye buyurmuş. Vezirler toplanmışlar ve dört bir yana haber salmışlar. Sonunda bir yüzükle sultanın karşısına çıkmışlar, yüzüğü ona vermişler.
Sultan Mahmut yüzüğü görünce: “Tamam işte bu!” demiş. Yüzüğün üzerinde “Bu da geçer ya Hû!” yazıyormuş.
Bu sözü birçok kere duvar yazısı olarak da görmüştüm. Hikâyesini öğrendikten sonra dilime de pelesenk olmuştur. Hayatın, yaşadıklarımızın hiç bir vakit bize ait olmadığını hatırlatıyor bana. Gülmenin ağlamayla, ağlamanın gülmeyle sıkça yer değiştirmesini çok iyi özetleyen bir söz.
Öyle ya! Zaman hızla akıp geçiyor. Hergün terazimizin kefelerine neler dolduruyoruz kimbilir. Geçenlerde eşimle konuşuyorduk: “Her şey ne kadar çabuk ve hızlı değişiyor.” diye. Mekânlar, insanlar, yaşadığımız olaylar her şey sürekli değişim halinde. “Allahû Tealâ’nın bir bildiği vardır elbet, hiçbir olayı boşuna vücuda getirmez.” deyip, verdiği ve vermediği herşeye, az ya da çok demeden hamdedip şükrettik.
O kadar çok insan tanıdım ve tanıyorum ki, Allah’a uzak olanların hayatını gördükçe, “Allah’ım ne iyi etmişim de Senin yoluna girmişim.” diyorum. “Ne iyi etmişim de Efendimiz’i tanımış ve O’na tâbî olmuşum.” Dünya hayatından %51 bile olsa razı olmak ve mutlu olmak bile çok büyük bir nimetmiş bu hayatta, hamdolsun. Eğer Allah’a ulaşmayı dilemeyip, Resûlüne tâbî olmasaydık sanırım şu dünya hayatında ne kadar çok şeyimiz olursa olsun asla mutlu olamayacaktık. Mal mülk, geçici sevinçler, geçici heyecanlar, sahte, içten gelmeyen bir gülümseme, mutluymuş gibi görünen ama özüne dönüp baktığında kapkaranlık bir kalple yaşayan ve bu âlemde boş yere yer işgal eden insanlar olacaktık maalesef.
Bir anlamsız hırs sarmış insanları, kıskançlık, haset, dedikodu ve gerçekten bir türlü algılayamadığım garip bir yarış. Sadece dünya hayatına ait bir yaşam biçimi. Herşeyin en iyisi benim olsun savaşı. En çok para, en iyi araba, en güzel ev, en akıllı evlâtlar benim olsun ve şu an aklıma gelmeyen daha birçok değişik hırslar. Bu şekilde mutlu olunur mu? Ya da şöyle sorayım: Bu dünyada maksimum ne kadar yıl yaşarız ki?
Gel de deme! “Bunların hepsi geçer ya Hû!” diye. Bazen içimden geçiyor ama zar zor tutuyorum kendimi. Hay Allah! diyorum mutluluk bu olamaz! Olmamalı! Ama gel gör ki onlar sözde bu hayatta en mutlu kişiler...
Oysa mutluluk tıpkı altın gibi çok değerli bir şeydir. Hani altını en kuvvetli ateşlere bile atsanız bozulmaz ya, işte öyle... Yani gerçekten mutlu olan insanları mutlaka ayırt edebilirsiniz. Aynı şekilde mutsuz olanları da. Altın her şartta ve durumda altın olarak kalabildiği için çok kıymetli bir maddedir. Mutluluk da öyle. Hakiki mutluluk hiç değişmez ve çok kıymetlidir.
Tamam, %100 mutlu olamadık henüz ama %100 mutsuz olmaktan çok daha iyidir yarı yarıya mutlu olmak. Hatta mutluluğa niyetlenmek, adım atmak, dilemek bile başlı başına bir başarıdır. Allahû Tealâ için de insanın niyeti amelinden üstünmüş her daim. Hep duyarız ya da okuruz başarılı insanların hayatını. En küçük adımlarla varmışlardır çok büyük hedeflere. Eğer hedefimiz mutlu olmaksa en küçük adım bile çok kıymetli Allah’ın indinde. Çünkü bize bu duyguyu tattıracak olan Rabbimizdir. Gayretimiz karşılığında aldığımız ödülün adıdır mutluluk.
Gayret dedim de, aslında çok gözardı ettiğimiz bir kavram. Ne kadar bunun bilincindeyiz, ya da hangi istikamette gayretliyiz? Geçen sohbetlerin birinde Efendimiz buyurmuştu ki: “Öyle çok büyük bir gayrete gerek yok! Küçük küçük etrafınıza vereceğiniz sevgi ve mutluluk da sizi hedefe ulaştırır ve Allah’ın katında çok önemlidir.”
İşte gayretimizin hedefi bu olmalı. Gayretimiz; insanları mutlu etmek ve karşılığında mutlu olmak yönünde olmalı. Hamdolsun yine yeniden sevgili Rabbime. Kurduğumuz her cümlede Allah’ın ve Resûlünün izleri var. Yaşantımız ancak onlarla anlamlı. Rabbim başımızdan eksik etmesin, kalplerimizi sözleriyle aydınlatan bütün gönül dostlarını.
Hani eskiler der ya “Eğer yaşıyorsak onların duası ve onların yüzü suyu hürmetine!” Gerçekten de öyle...
Eğer Efendimiz olmasaydı bunları öğrenemeyecek ve öğretemeyecektik. Onun ışığının aydınlığı olmasaydı karanlıklar ülkesinde yaşayan, ne kendine ne de etrafına mutluluk veren insanlar olacaktık. Allah’a ve mutluluğa çağıran bütün gönül dostlarına selâm olsun. Allah onlardan razı olsun ki hâlâ varlar ve hâlâ aramızdalar.
İyi ile kötüyü ayırt edebilmek bizim elimizde. Bize sunulan bu yaşamı severek ya da sevmeyerek yaşamak da bizim elimizde. Hatta iki seçenek sunuyor Rabbimiz bize:
Birincisi: Mutsuz olmak.
İkincisi: Mutlu olmak.
Seçme iradesi de yine bizlere bırakılmış. Yani şartlar son derece adil. İsteyen istediği yolu seçer kendine. Tabii ki Rabbimizin de istediği tek şey; bizim mutlu olmamız, mutluluğu seçmemiz. O, insanı sadece mutlu olsun diye yaratmış, Ruhundan üfürmüş ve en üstün vasıflarla şereflendirmiştir. O, her zaman bizden yana, her zaman bizimle...
Kendimizi, ne dünyaya ne de onun güzelliklerine kaptırmadan, aslolana yani kalıcı ve ebedî hayatımıza gidene kadar misafiriz bu âlemde. Allah’ın bize biçtiği ömür her ne kadarsa onu lâyıkıyla yaşamak ve %100 mutlu olmak için önce ALLAH’A ULAŞMAYI dilemeliyiz. Sonra mı? Sonrası için Rabbimizin garantisi var, mutlaka ama mutlaka bizde olan emanetini yani ruhumuzu, Kendisi’ne ulaştırır. Bu süreçte yaşanan mutluluk ise belki de hayatımızda yaşadığımız en hakiki mutluluktur.
Allah’a hamdedip şükredecek o kadar çok şeyimiz var ki, sadece bir tırnağımız bile yaradılış harikası. O yüzden Sultan Mahmut gibi bizler de her olayda hatırlamalıyız ki; “ Bu da geçer ya hû!"
Kalıcı ve Tek olan sadece Rabbimizdir…
alıntı..
Allah’a hamdedip şükredecek o kadar çok şeyimiz var ki, sadece bir tırnağımız bile yaradılış harikası. O yüzden Sultan Mahmut gibi bizler de her olayda hatırlamalıyız ki; “ Bu da geçer ya hû!"
YanıtlaSilKalıcı ve Tek olan sadece Rabbimizdir…
Allah razı olsun, kardeşim. Çok güzel ve faydalı bir paylaşım..